Büyük Taarruzun Başlangıcı: 1922
Yıl 1922, Türkiye’nin kaderini değiştirecek bir dönüm noktasında, Kurucu Meclis’in bakanlar kurulu Gazi Mustafa Kemal’in liderliğinde toplandı. Gizli bir oturumda alınan “Büyük Taarruz” kararı, bakanların imzasına sunuldu. Yaşlı bir adam olan Adalet Bakanı Neşet Bey, kalemi eline alırken elleri titriyordu. İmza atarken duasını da ihmal etmedi: “Allah, askerlerimizin birini bin göstersin!” Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa, ünlü yazar Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’ye Eskişehir Sivrihisar’da “İzmir’de görüşürüz” demişti. Bu müjdeli haberi aldıktan tam 9 ay sonra, Yakup Kadri’nin 31 Ağustos 1922’de İkdam gazetesinde kaleme aldığı satırları hatırlayalım:
“Güzel İzmir, kavuşma gününün yaklaştığını hissediyor ve kafes arkasında nişanlısının yolunu bekleyen âşık gibi kalbi çarpıyordu. Ey merhameti cesaretine üstün gelen kahraman! Bu zavallı aşığa, kendisine kavuşacağımız günü tayin etmek için saat henüz gelmedi mi? Afyonkarahisar’ın geri alınması bu saatin yaklaştığına yeterli bir delil değil midir? Bunlara benzer birçok işaret belirlendi, söyleyin kavuşmak ne zaman?”
Büyük Taarruz, sabaha karşı saat 05.30’da başlayacaktı. Türk milletinin kaderini değiştirecek bu büyük olayın en önemli aşaması, yüz bine yakın bir ordunun, düşmanın dikkatini çekmeden, kuzeyden güneye kaydırılmasıydı. Bu inanılmaz askeri strateji ile savaşın birinci aşaması başarıyla gerçekleştirilmişti. Topların demir tekerleklerine ve atların ayaklarına çuvallar, bezler sarılmış, ses çıkaran her şey, hatta askerin su mataraları sıkıca bağlanmıştı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve diğer komutanlar, cephenin hemen yanındaki Kocatepe’de, ileri komuta çadırında hazır bulunuyorlardı.
25/26 Ağustos gece yarısından az sonra, Afyon’un güneyinde yüzlerce kilometrelik geniş bir cephede bütün ordu sessizce, düşmana çok yakın bir hücum için yerlerini aldı. 26 Ağustos sabahı saat 05.30’da tanyeri ağarırken, top sesleri ardı ardına patlamaya başladı. Afyon güney cephesinde Türk topları, tam yarım saat durmaksızın ateşlerini sürdürdüler. Saat 06.00’da topçu ateşi, daha ileri hedeflere kaydırılırken, Türk piyadeleri hücuma kalktı. Saat 07.00’ye doğru, piyadenin saldırıya kalkışının üzerinden henüz bir saat bile geçmeden, düşmanın elindeki ünlü Kalecik Sivri’si, Yarbay Halit (Akman) komutasındaki 5. Tümen tarafından ele geçirildi. Bu gelişme, orduya büyük bir sevinç dalgası yaydı.
Çok geçmeden, ikinci güzel haber, Yarbay Naci Tınaz komutasındaki 15. Tümen’den geldi ve saat 08.00’e doğru Tınaztepe ele geçirildi. 2. Tabur Komutanı Binbaşı Halil, en önde, teknik ekiplerin tel engellerde geçit açmasını beklemeden, tel makaslarıyla telleri kesip, dipçikle kazıklar devirmeye başladı. O ünlü Yunan siperlerine, 6 ayda yıkılamayacağı ve girilemeyeceği söylenen o siperlere hızla giriliyordu. Saat 09.00’da, Yarbay Ömer Halis Bıyıktay’ın komutasındaki 23. Tümen tarafından Belentepe de alındı.
Büyük Taarruzun başlamasının henüz üçüncü saatinde, Kalecik Sivri’si, Tınaztepe, Belentepe gibi düşmanın en önemli savunma noktaları ele geçirilmişti. Savaş alanına egemen bir tepe olan Kocatepe’de, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, tüm ordunun sevinçlerini görerek yaşıyordu. Sabaha doğru harekete geçen Süvari Kolordusu da 3 tümeni ile birlikte dağları aşmış, Albay Mürsel Bakü komutasındaki 1. Süvari Tümeni’nin öncü alayı, Dumlupınar’ın doğusuna kadar ilerlemiş, İzmir-Afyon demiryolunu tahrip etmiş ve düşmanın tel ve telsiz iletişim hatlarını parçalamıştı.
Öğleden sonra Yunan kuvvetleri destek almaya başladılar. Bu saatlerde başlayan yakın savaş, karşılıklı süngü saldırılarıyla, sıcak Ağustos sıcağında saat 20.00’ye kadar sürdü. Silahlar sustuğunda, Türk Ordusu’nun birinci gün elde ettiği başarı her yönden üstün bir noktadaydı. Ertesi gün savaş tekrar başlayacak ve 9 Eylül’de İzmir’in alınışına kadar sürecekti. Ancak, bir ulusun tüm yaşam kaderini etkileyen ve iki hafta süren bu büyük savaşı anlayıp özümseyebilmek için, savaştan önceki günlere dönmek ve Sakarya Savaşı ile Büyük Taarruz arasında geçen 11 ayı iyi değerlendirmek gerekir.
Yunan Genelkurmay Başkanı Hacı Anesti, 1922 baharında tüm hazırlıklarını tamamlamıştı. Anadolu gezisi sırasında yaşadığı bir anıyı paylaşalım:
Arkasında hiç eksik etmediği yabancı gazeteciler, fotoğrafçılar ve papazlar ile birlikte cepheyi geziyor, büyük bir gururla konuşmalar yapıyordu. Son çarpışmadan önce yine böyle bir kalabalıkla cepheyi gezmiş, mevzileri inceleyerek İzmir’e dönmüştü. İzmir Metropoliti Hristomos, Yunan Başkomutanı için büyük bir karşılama töreni düzenlemiş, dini ayinler yapılmıştı. Şölenin sonunda, Reuter Ajansı muhabiri, Yunan Başkomutanına “Cepheyi gezdiniz, Mustafa Kemal’i gördünüz mü?” diye sordu. Bu soru, herhalde önceden planlanmıştı. Gururlu ve mağrur Yunan Başkomutanı, hayret verici bir davranışla soruya başka bir soruyla yanıt verdi: “Ne?… Mustafa Kemal mi? Kim bu adam? Ben böyle bir komutan tanımıyorum.”
Şimdi, küstah ve terbiyesiz bir cevabın sonunu dinleyelim. Mustafa Kemal Paşa, ancak palikarya ruhunun düzeyinde olan bu terbiyesizliği duyuyor, fakat vereceği cevabı gününe ve zamana bırakıyordu.
Devamı haftaya… Ahmet Gürel
