İnsan, doğanın bir parçası olarak varlığını sürdüren bir canlıdır. Doğadan faydalanarak toplumlar oluşturur, aklının gücüyle aletler yapar, bitki toplar, hayvan avlar, toprağı işler, ürünler elde eder ve soyunu devam ettirir. Her zaman yaşam koşullarını iyileştirme çabası içinde olan insan, üretim ilişkilerini bu ortamda geliştirir ve ilerletir. Doğa, insanı hem zorlayan hem de ona kucak açan bir varlıktır. Bazen yıkıcı bir güçle ortalığı silip süpürürken, bazen de cennete dönüştürür. Doğanın bu iki yüzü, insanın çevreyle olan dengesini sürekli olarak tehdit eder.
İnsan, doğadan elde edebileceğinden daha fazlasını toplamak ve biriktirmek isteğiyle hareket eder. Bu birikim, yarınını güvence altına almak adına ya da değiş tokuşta kullanmak için gerekli görülürken, aynı zamanda servet olarak da değerlendirilebilir. İnsan nüfusunun az olduğu dönemlerde, doğadan yararlanmak sorun oluşturmazken, dünya üzerindeki insan yoğunluğu arttıkça, doğaya verilen zarar giderek yıkıcı bir hal alır. Bu yıkımlar, çoğu zaman felakete dönüşür.
Günümüzdeki Çevre Sorunları
Günümüz dünyası, adım adım ilerleyen çevre kirliliği ve doğayı acımasızca hırpalama süreçleriyle karşı karşıyadır. Sıcaklık değişimleri, soğuklar, fırtınalar, yangınlar ve virüsler gibi hastalıklar, insanların yaşamını tehdit eder hale gelmiştir. Yakın geçmişte, Anadolu’nun batısında yaşayan sevecen insanların bulunduğu Havran ilçesinde yaşanan bir durum, insan ve çevre ilişkilerinin ne boyutlara ulaşabileceğini göstermektedir.
Türk edebiyatının unutulmaz yazarlarından Fakir Baykurt’un “Yılanların Öcü” adlı eseri, bu durumu çarpıcı bir şekilde ele alır. Kitapta, yuvaları bozulan yılanların insanlara saldırması ve sokması anlatılır. Baykurt, 1954 yılında yayınladığı eserinde, insanların ve diğer canlıların yaşadıkları çevreye yapılan müdahalelerin köy ortamında ortaya çıkardığı toplumsal ve fiziksel çatışmayı yerel bir dille gözler önüne serer. Bu noktada, İzmir’in Çiğli İlçe Belediye Başkanlığı’nın ve önceki dönem Kültür Müdürü Nail Çetin’in Fakir Baykurt adına düzenlediği Roman Ödülü takdire şayandır.
Havran ve Çevresi
Havran, Balıkesir ilinin Kaz Dağları’nın devamı olan Eybek Dağı eteklerinde yer alan verimli, yemyeşil topraklara sahip bir bölgedir. Bu yükseltiler ve güneyindeki Madra Dağı arasında uzanan Havran Ovası, zeytin ağaçlarının yuvasıdır. Yöredeki bahçeler, zeytin ağaçlarıyla doludur ve incir ağaçları da önemli bir gelir kaynağıdır. Mandalina ve siyah incir gibi ürünler, “coğrafi işaretli” yani Havran’a özgü ürünlerdir.
Havran, insanlığın çok eski zamanlardan beri var olduğu topraklardır. Havran Çayı’nın çıktığı İnboğazı vadisinde bulunan birçok mağara, tarih öncesi dönemlerde insanlara yuva olmuştur. Ayrıca, Kaz Dağları’nın kuzey eteklerinin denizle buluştuğu yerdeki Troya, bu bölgeye oldukça yakındır. İzmirli büyük ozan kör Homeros’un anlatımına göre, Troya’nın hikayesine başlatan tanrıça Hera, Athena ve Aphrodite arasındaki güzellik yarışmasının karar vericisi Troyalı prens Paris, bu toprakların çocuğudur.
Havran Ovası
Havranlıların çoğu karınlarını zeytincilikle doyurur. Sofralık zeytin ve zeytinyağı, burada oldukça kaliteli ürünlerdir. Bölgedeki zeytin ağaçları, Mayıs sonu Haziran başında çiçek açar. Sarı beyaz çiçekler, rüzgar, arılar ve diğer canlılar tarafından döllenir ve meyve tutar. Eğer rüzgar iyiyse ve uçan canlılar polenleri iyi taşırsa o yıl ürün bol olur; aksi takdirde üretim kaybı yaşanır. Bu bağlamda, Albert Einstein’ın da dediği gibi: “Arılar yok olursa insanlık da birkaç yıl içinde yok olur!”
Havran Barajı
1995-2005 yılları arasında Havran yöresinde arazilerin sulanması ve taşkınları önlemek amacıyla Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından bir baraj inşa edilmiştir. Havran Barajı, yaklaşık 3.500 hektarlık alanı sulama amacıyla yapılmış olup, 72 metre yüksekliğindedir. Göl alanı 3.15 km², su tutma hacmi ise 65.5 milyon m³ olarak belirlenmiştir. Bu yatırımın maliyeti 72 milyon TL’dir (2005 fiyatlarıyla yaklaşık 54 milyon Dolar). Daha sonra, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı ek yatırımlarla bu alan 2023 yılı itibarıyla 5.900 hektara çıkarılmıştır ve bunun için 500 milyon TL (2023 fiyatlarıyla yaklaşık 20 milyon Dolar) harcanmıştır. Kamu yararına gerçekleştirildiği düşünülen bu yatırım, bölgede sevinçle karşılanmıştır.
Ancak, baraj yapımında önemli bir sorun ortaya çıkar. Barajın inşa edildiği alanda, yarasa yuvaları bulunuyordu. Yarasalar, büyük mağaralarda barınmakta ve bu bölgenin doğal yaşayanları olarak yüzbinlerce yıldır burada yaşamaktadırlar.
Yarasalar
Yarasalar, uçabilen tek memeli hayvanlardır ve kanatları deriden oluşur. Küçük gözleriyle görebilirler, fakat çoğunlukla kanat çırparken çıkardıkları yüksek frekanslı sesler sayesinde çevrelerindeki varlıkları algılarlar. Ses dalgalarına duyarlıdırlar ve canlı radar gibi çalışırlar. İnsan kulağı, frekansı en fazla 20.000 olan sesleri duyarken, yarasalar 200.000 frekansındaki sesleri rahatlıkla algılayabilir. Beslenmelerinde böcekler, sinekler ve meyveler bulunur ve uzun kış uykularına yuvalarında baş aşağı yatarak geçerler. Havran’daki yarasalar, zeytin çiçeklerine zarar veren sinekleri yiyerek çiftçilerin işine yardımcı olmaktadır.
Doğa ve İnsan Dengesinin Korunması
Bölge halkı, çevre koruma bilincinin yükseldiği bir ortamda yarasaların mağaralarının ortadan kalkacağı kaygısıyla yetkilileri uyarır. Bu bağlamda, yarasaları korumak amacıyla baraj su tutmadan önce, 3 milyon TL (yaklaşık 2.5 milyon Dolar) harcanarak yapay mağaralar inşa edilir. Ancak, bu düşünce kağıt üstünde kalır ve baraj suyla dolduğunda mağaralar göl altında kalır. Yarasalar, yuvalarının yok olmasıyla kaybolur. Sonuç olarak, göç etmeleri beklenirken, kayıp yarasaların ölüleri çevrede görülmeye başlar. Yapay mağaralar ise boş kalır.
Havran Barajı’nın yapımı sırasında yaşanan bu durum, çevresel dengenin ne denli önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serer. İnsan, yalnızca yılanların ve yarasaların değil, tüm doğanın öcünden çekinmelidir. Bunun tek yolu, doğaya ve çevreye saygı göstermektir. Yapılacak yatırımlar, doğa ve çevreyle uyumlu olmalıdır. Aksi takdirde, doğanın tepkisi kaçınılmaz olacaktır.
Günümüzde açıkça görülmektedir ki, doğanın tepkisi yavaş yavaş, belki de hızlanarak kendini göstermektedir!
