
Orta Doğu’da Tansiyonun Yükselmesi
Son birkaç yıl içerisinde, İsrail’in İran nükleer programının mimarı Muhsin Fakrizade, pek çok Hamas ve Hizbullah yöneticisi ve en son olarak da Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı hedef alan suikastlar, bölgedeki gerilimi üst seviyelere taşıdı. Bu süreçte, İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani, Irak’ta ABD tarafından öldürülürken, İran eski Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin hayatı da şüpheli bir helikopter kazasında sona erdi. İsrail, Gazze’ye operasyonlar düzenleyerek Hamas üyelerini hedef almış ve bu saldırılarda on binlerce sivil hayatını kaybetmiştir. Gazze, Batı Şeria, Golan Tepeleri ve Suriye’yi aralıksız bombalayan İsrail’in, şimdi de Lübnan’a saldıracağına dair endişeler artmaktadır. Bölgede insani durum giderek kötüleşmekte ve yüz binlerce insan göç yollarına düşmektedir. Tüm bu veriler, Orta Doğu’da tansiyonun geri dönülemez bir noktaya tırmandığını göstermektedir.
İran, bu gelişmelere önceleri sınırlı askeri tepkilerle karşılık verirken, son dönemde konvansiyonel ve hipersonik füze saldırılarıyla çatışmaları yeni bir aşamaya taşımıştır. Bu durum, İsrail ve İran arasında, çeşitli küresel aktörlerin de perde arkasında dahil olacağı büyük bir savaşın patlak verme riskini artırmaktadır.
Türkiye’nin Tutumu
Bir NATO üyesi olarak Türkiye, Batı ile ticari ve stratejik ilişkilerini sürdürmek zorundadır. Bunun yanı sıra Türkiye’nin, İran ile de önemli ekonomik bağları mevcuttur. İki ülkenin bölgede ortak çıkarları bulunmaktadır. Basit bir ifadeyle, komşudaki yangın, Türkiye’ye de sıçrayabilir. İran’dan gelebilecek olası bir göç dalgası, Türkiye’nin iç dinamiklerini doğrudan etkileyebilir. Bu sebeple Türkiye’nin, bölgesel istikrarı sağlama hedefiyle savaş karşıtı bir tutum izlemesi muhtemeldir.
Ancak, son dönemde özellikle Gazze Savaşı’ndan bu yana tırmanan gerilim, Türkiye’yi başat güçler arasında yürüttüğü denge politikasında İsrail’e muhalefet eden kuvvetlere yaklaştırabilir. Diğer yandan, Türkiye enerji açısından dışa bağımlıdır ve İran’dan gelen doğal gaz ve petrol, Türkiye’nin enerji ihtiyacında önemli bir yer tutmaktadır. İran ile İsrail arasında yaşanacak bir savaş, İran’ın enerji altyapısına yönelik saldırılarla Türkiye’nin enerji arzını kesintiye uğratabilir. Bu durumda Türkiye, kendi enerji güvenliğini korumak adına savaşa karşı çıkacaktır.
İran’ın Suriye’deki askeri varlığı, Türkiye’nin sınır güvenliği açısından kritik bir faktördür. Eğer İsrail ve İran arasındaki savaş Suriye’ye yayılırsa, Türkiye’nin güney sınırlarında kaos daha da derinleşebilir. Bu durum, Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarını ve terörle mücadele çabalarını zayıflatabilir. Ayrıca Irak’taki istikrarsızlık da Türkiye’nin bölgesel güvenliğini tehdit eden unsurlar arasındadır.
Rusya’nın Tutumu
Rusya, hem İsrail hem de İran ile stratejik ilişkilere sahiptir. Bugün İsrail’de yaşayan her beş kişiden birinin Rusça konuştuğu göz önünde bulundurulduğunda, Yahudi toplumu ile Ruslar arasında tarihsel olarak derin ilişkiler bulunmaktadır. Rusya, İsrail ile güvenlik ve teknoloji alanında işbirliği yaparken, Suriye’de İran ile ortak çıkarları paylaşmaktadır ve bu bağlamda oldukça pragmatik bir tutum sergilemektedir. Örneğin; Moskova, Suriye’deki askeri varlığını sürdürürken İran ile ortak çalışmakta, ancak bir taraftan da İsrail’in hava operasyonlarına göz yummaktadır.
Dolayısıyla, bir savaş durumunda Rusya’nın pozisyonunun “denge politikası” olacağı öngörülmektedir. Rusya, İran’a silah tedarikini sürdürebilir, fakat doğrudan bir çatışmayı önlemeye çalışarak, aynı zamanda ABD’nin müdahil olmasını engellemeye gayret edecektir.
Çin’in Tutumu
Çin, enerji ihtiyacının büyük bir kısmını İran’dan karşılamaktadır. Başka bir deyişle, Çin Halk Cumhuriyeti, İran petrollerinin neredeyse tek alıcısıdır (yüzde 90). Ayrıca, “Kuşak ve Yol” girişimi çerçevesinde de İran ile derin ekonomik bağlar kurmuştur. Ancak İsrail de, Çin’in özellikle savunma alanında önemli bir partneridir. Bu nedenle, Çin, savaşı önlemek için diplomatik girişimlerde bulunabilir. Doğrudan askeri müdahale beklenmez, fakat ekonomik ve diplomatik destekle İran’a yakın durması olasıdır.
Öte yandan, Pekin bu çatışmayı küresel düzeyde bir güç mücadelesi olarak görmekte ve Batı’yı zayıflatacak herhangi bir gelişmeden memnuniyet duymaktadır.
ABD’nin Tutumu
ABD’nin İsrail ile güçlü stratejik ve askeri bağları mevcuttur. İsrail’in güvenliğine yönelik her türlü tehdit, ABD’nin doğrudan müdahil olmasına yol açabilir. Ayrıca, ABD içindeki İsrail lobisi hem siyasi hem de finansal anlamda oldukça güçlüdür. İsrail’e yapılacak sert bir saldırı, mevcut yönetimin İran’a karşı sert bir tavır takınmasına sebep olabilir. Bu durumda ABD, İsrail’e koşulsuz destek verecektir. Bunun yanı sıra, İran’a yönelik askeri ve ekonomik yaptırımların artırılması da muhtemeldir.
Unutulmamalıdır ki, ABD’nin İsrail’e askeri desteği, çatışmanın boyutunu daha da genişletebilir ve İran’ın doğrudan hedef alınmasına yol açabilir. Ancak, Amerikan kamuoyunun Ortadoğu’da yeni bir savaşa girme konusundaki çekimserliği, Washington’ın hamlelerini sınırlayabilir. Ayrıca, Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık seçimlerinin, Ortadoğu’nun geleceğinde belirleyici olması muhtemeldir. İsrail’in en büyük kazanımlarını, Kasım 2024 seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti‘nin adayı olan eski başkan Donald Trump sayesinde elde ettiği bir gerçektir. Dolayısıyla, Trump her ne kadar “Ben bu savaşı durdurabilirdim” dese de, yeniden seçildiği takdirde izleyeceği politikalar, ‘sertleşme’ sinyalleri vermektedir.
AB ve Birleşik Krallık’ın Tutumu
Birleşik Krallık, derin bölgesel çıkarları ve İsrail ile olan köklü bağları nedeniyle, askeri bir müdahale durumunda dolaylı yollarla İsrail’in yanında yer alabilir. Ancak İngiliz diplomasisi, öncelikle diplomatik çözüm yollarını zorlayacak ve perde arkasında İsrail’e her türlü askeri ve istihbari desteği sunacaktır. Birleşik Krallık ve AB, savaşın bölgedeki enerji tedarik yollarını kesintiye uğratma ve enerji fiyatlarının daha da yükselmesi ihtimalinden büyük endişe duymaktadır. Bu durum, hem Avrupa genelinde enflasyon üzerinde büyük baskı yaratabilecek bir parametre hem de büyük bir enerji üreticisi olan Rusya’nın çıkarına olacaktır.
AB, bu gerekçelerle birlikte, bölgedeki istikrarı koruma adına diplomatik çözüm yollarını öncelikle tercih edecek, fakat İran’a karşı sert politikalar izlemeye devam edecektir.
İran ve Vekil Güçlerinin Tutumu
İran’ın Lübnan’daki Hizbullah, Irak’taki Haşdi Şabi, Yemen’deki Husiler ve Filistin’deki Hamas’ın silahlı kanadı İzzetin El Kassam Tugayları gibi vekil güçler, önümüzdeki süreçte çatışmalarda aktif rol oynayabilir. Özellikle Hizbullah, İsrail’in kuzeyine yönelik saldırılarda bulunabilir. Hamas üyeleri, İsrail içinde yalnız kurt eylemleri düzenleyebilir. Bu vekil güçler, İran’ın bölgedeki etkisini sürdürmek adına çeşitli saldırılar gerçekleştirebilir ve İsrail’i çok cepheli bir savaşla karşı karşıya bırakabilir.
Lübnan ve Suriye’deki İran etkisi de bu çatışmanın genişlemesine yol açabilir. Özellikle Hizbullah, roket saldırıları ile İsrail’in kuzeyini hedef almaya devam edecek ve İsrail ordusunu, 2006’da olduğu gibi bir ‘kara harekatı’ ile Lübnan’ın güneyine çekmeye çalışacaktır. Bu sırada, Suriye’deki İran destekli milisler, İsrail’in kuzey sınırlarını hedef alabilir ve Irak’taki Haşdi Şabi güçleri, Amerikan üslerine saldırılar düzenleyebilir. Bu vekil savaşları, bölgedeki kaosu artırırken, İsrail’i aynı anda birden fazla cephede savaşmaya zorlayabilir. Bu savaşın tahmin edilenden uzun sürmesi, başta bölge devletleri olmak üzere tüm kuvvetleri yoracaktır.
İsrail’in Tutumu
İsrail, İran’ın nükleer programını ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdit olarak değerlendirmekte ve temel stratejik hedeflerinden biri de İran’ın nükleer silah edinmesini engellemektir. Bu nedenle, İran’ın nükleer tesislerine yönelik hava saldırıları ve suikast operasyonları İsrail’in askeri stratejisinin temel taşlarıdır. İsrail, geçmişteki deneyimlerinden yola çıkarak (örneğin, 1981’deki Irak’taki Osirak reaktörüne yapılan saldırı) İran’ın nükleer tesislerine yönelik geniş çaplı hava saldırıları gerçekleştirebilir. İran’ın uranyum zenginleştirme tesisleri ve yeraltı nükleer merkezleri, İsrail’in öncelikli hedefleri olacaktır. Bu tür bir saldırı, İran’ın nükleer kapasitesini geciktirmeyi amaçlar, ancak aynı zamanda büyük bir çatışmayı da tetikleme riski taşır.
İsrail, İran’ın bölgedeki vekil güçlerini güvenliğini tehdit eden önemli unsurlar olarak görmekte ve bu bağlamda Lübnan, Filistin ve Suriye’deki milis gruplara yönelik saldırılarını yoğunlaştırabilir. İsrail’in bu gruplara yönelik hava saldırıları ve suikast operasyonları, İran’ın bölgesel etkisini sınırlamaya yönelik olacaktır. İsrail’in ayrıca, İran’ın nükleer tesislerini ve askeri altyapısını hedef alan gelişmiş siber saldırılar düzenlemesi de olasıdır. Bu saldırılar, İran’ın kritik altyapısını etkisiz hale getirerek, nükleer programını geciktirebilir. Diğer taraftan, İsrail istihbarat örgütleri, İran içindeki kritik yetkililere yönelik suikastler gerçekleştirebilir.
Benjamin Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi, İran’a karşı sert bir tutum sergilemektedir. Eğer Netanyahu gücünü korursa, İran’a yönelik askeri ve diplomatik adımların daha da agresif olacağı tahmin edilebilir. Ancak bu seçenek, büyük bir bölgesel, hatta küresel savaşı tetikleme riski taşıdığı için uluslararası toplum tarafından engellenmesi gereken bir durumdur.